Dünya Mirası Adalar'da Derya Tolgay, Heybeliada Sanatoryumu’nun 100. yaşını, eşsiz yapısını ve sunduğu sağlık hizmetlerini, Cumhuriyet'in o yıllarındaki ve bugünündeki sağlık politikalarını Dr. Sosın Fisli ile konuşuyor.
Derya Tolgay: Yeni, yeniden, merhaba, Apaçık Radyo. Merhaba, Dünya Mirası Adalar dinleyicileri, ben Derya Tolgay. Bugün Nevin yok ama sevgilerini iletiyor. Destekçimiz Engin Altaş ve teknik masada Andrei Gritcu'ya çok teşekkür ederek başlıyoruz. Şu anda canlı yayındayız ama birazdan - aslında 29 Ekim'de yayınlanmak üzere - 15 Ekim’de kaydedilmiş bir programımızı dinleyeceğiz. Heybeliada Sanatoryumu’nun 100. yaşını, sunduğu sağlık hizmetlerini Cumhuriyet'in o yıllardaki ve bugünkü sağlık politikalarını Doktor Sosin Fisli ile konuştuk, birazdan dinleyeceksiniz.
Ama bu süreçte dünyadan, memleketten, Adalar’dan hayli haberler birikti ve radyonun kapalı kaldığı bu süreçte bir kez daha kıymetini tekrar tekrar idrak ettik. Çok sesliliğin senfonisi susmuş, yerine cızırtılı bir kakafoniye bırakmıştı. Bize öğrenci olmanın heyecanını yaşatan, her sabah ‘Günaydın Kâinat’ sesiyle uyandığımız, neşeli bir aktivistimiz, radyomuzun sesi 25 gündür susturulmuştu. Yalnızca insan refahını düşünmeyen, tüm ekosistem için kafa yoran, çözümler üreten, ömür boyu gönüllü öğrencisi olduğumuz radyomuz hep açık kalsa, apaçık günlere, apaçık gökyüzüne, Apaçık Radyomuza çok ihtiyacımız var.
Şimdi kısaca Adalar'dan haberler vermek istiyorum. En önemli haber şöyle; İstanbul 8. İdare Mahkemesi, Adalar için Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından hazırlanan imar planlarının telafisi güç zararlara yol açabileceği gerekçesiyle yürütmeyi durdurma kararı verdi. Bir çok kez programını yapmıştık - hem sivil inisiyatifler, hem de bu konuda Adalar’a destek veren avukat arkadaşlarımız programlarımıza katıldı ve bize ne şekilde dava açacağımızı ya da açtığımız davaların süreçleri başlıklarıyla bilgilendirmişlerdi. Onlara bir kez daha buradan teşekkür ederiz. Bu kayıtların hepsi de arşivde ve onların hukuki süreçlerimizde verdiği desteği olmasa verilen mücadelemiz çok eksik kalırdı.
Kısaca hatırlayalım; 1984 yılında sit alanı ilan edilen Adalar, Kasım 2021'de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kararıyla Özel Çevre Koruma Bölgesi ilan edilmiş, imar planı yapma yetkisi İBB'den alınıp bakanlığa verilmişti. Ama daha sonraki planlara İBB de, bakanlık da sahip çıktı ve ‘planları birlikte onaylıyoruz’ dediler.
Adalıların, sivil toplum kuruluşlarının ve Mimarlar Odası’nın açtığı birçok dava var. Birkaçı sonuçlandı, diğerlerinde süreç devam ediyor ama ana konu, dört tarafı denizle çevrili Adalar’da kıyıların plan dışı bırakılmasıydı. Ekosistemin korunması, deprem riski ve iklim krizine yönelik kaygılarımız, konut alanlarına aykırı yapılaşma ve mevzuat dışı fonksiyon düzenlemeleri vardı.
Diğer gelişme, Türkiye'nin tek yaya bölgesi olan Adalar'ın yüz yıldır değişmeyen bir dokuya sahip sokaklarından, dakikada dört beş tane azmanbüsün geçmesiydi. Toplanan binlerce imzalı dilekçeye herhangi bir cevap gelmemesi ve tüm itirazlara rağmen azmanbüslerin geri çekilmemesi üzerine İstanbul Büyükşehir Belediyesi Saraçhane binası önünde yeniden bir eylem yapıldı. Bütün bu gelişmeler ve haber ayrıntılarına Dünya Mirası Adalar sosyal medya hesaplarından ulaşabilirsiniz.
Bugünkü konuğumuza gelirsek, akıl ve bilimle kurulmuş dünyanın en güzel mikroklima alanlarından birine sahip olan Heydeliada Sanatoryumu ile ilgili biz de birçok yayın yaptık. Sanatoryumun eski doktoru Müge Özdemir'i konuk aldık. Ekosistemini orman mühendisi Cihan Erdönmez’le, tıp tarihi açısından önemini tıp tarihçisi Fatih Artvinli’yle, tescilli bir yapı olarak mimari açıdan önemini mimarlık tarihçisi Zafer Akay’la konuşmuştuk. Bu başlıklar altında, farklı disiplinlerden dostlarımızla hafıza rotaları, canlı yayınlar gerçekleştirmiştik. Bu sene yaptığımız Heybeliada Sanatoryumu haberleri ve etkinliklerinden dolayı da İstanbul Tabip Odası'nın her yıl düzenlediği Sağlık Ödülleri Radyo Programı ödülü Açık Radyo’nun Dünya Mirası Adalar programına verildi. İstanbul Tabip Odası, ödülün verilme gerekçesini şöyle açıkladı; “Heybeliada Sanatoryumu başta olmak üzere, İstanbul'un tüm olağanüstü güzellikteki büyük ve zengin alanlarında yer alan hastanelerine kupon arazi bakış açısıyla bakan iktidarın sağlık sistemine verdiği zararı tüm çarpıklığıyla gözler önüne seren yayınları nedeniyle Dünya Mirası Adalar programcıları Derya Tolgay ve Nevin Sungur, bu yılın Sağlık Ödülü’ne layık görülmüştür.” Bir kez daha teşekkür ediyoruz.
Adalar'da birçok sivil toplum kuruluşu da ayrıca Heybeliada Sanatoryumu’nun 100. yılı dolayısıyla etkinlikler düzenliyor. Bizleri takipte kalın sevgiyle kalın, apaçık kalın diyor ve kaydımızı dinlemeye başlıyoruz.
Sosin Fisli: Aslında Heybeliada Sanatoryumu bana yaşamı da ifade ediyor. Ben Diyarbakırlıyım ve ilk etapta Diyarbakır'da çalıştım, insanların sağlığa erişimde yaşadıkları sıkıntıları gördüm, ayrıca birebir kendim de yaşadım. Yurt dışına gittim bir süre orada çalıştım ve nasıl bir sağlık hizmeti sunulduğuna şahit oldum. Sonra Datça Acil'e geçtim. Datça, Ege'nin incisi bir yer ama maalesef Datça Acil'de uzman hekime ulaşamamak, hasta sevk ederken yaşananlar vb. çok sıkıntı çekiyorsunuz yani hastayla beraber bir çaresizliği yaşıyorsunuz. Örneğin, devlet hastanesi vardı ama hastanede herhangi bir tomografi cihazı yoktu, ameliyat yapılamıyordu ve hatta doğum bile yapılamıyordu. Hastaları yakın yere, başka bir ilçe hastanesine sevk ediyorduk.
Sonrasında Adalar'a geldim. Adalar da İstanbul'un incisi. Karşıya bakınca İstanbul'u görüyorsunuz ama bir hastaya ‘Haydi İstanbul’daki bir hastaneye git’ demek gerçekten çok zordu. İnsanların karşıya gidebilmesi o kadar zordu ki, bazen sanki çok uzak bir yere hasta gönderiyormuşum gibi bir duyguya kapılıyordum. Halbuki bir motor uzaklığındaydık.
Bir doktor olarak burada çalışırken bu sıkıntıları gördüm ve çözüm noktasında bir hekim olarak ne yapabilirim sorusuyla başladım. Heybeliada çok güzel bir yer; yaşamıyla, çok kültürlülüğüyle, insanların bir arada birbirine saygıyla yaşadığı ender yerlerden biri. Çok güzel bir tarihi dokusu var. Heybeliada Sanatoryumu, Deniz Harp Okulu, Elen Ticaret Mektebi, Ruhban Okulu burada yani o çok kültürlü yapıyı görüyorsunuz.
Heybeliada Sanatoryumu, Cumhuriyet’in yaptığı en önemli yerlerden biri. O kadar akılcı inşa edilmiş ki, düşünün, savaştan çıkmış bir ülkenin hiçbir şeyi yok, kıtlık yaşanıyor, herkes salgından, tüberkülozdan kırılıyor. Burası ilk pandemi hastanesi olarak inşa edilmiş yani adı pandemi hastanesi. 100 sene sonrasına geliyoruz, düşünsenize, biz bir pandemi atlattık ve buna hazır değildik. Ben bir tıp fakültesi öğrencisiyken pandemi nedir diye not aldığımı hatırlıyorum, ‘Herhalde pandemi yaşamayız’ diye düşünüyorduk ama mantıklı düşünüldüğü zaman tabii ki virüsler mutasyon geçirir ve buna hazırlıklı olmalıydık aslında. Bunu yaşadık ve gelecekte de yaşayacağız ki bilim insanları da böyle söylüyor.
Mesela bizim meslek hastanelerimiz yok. Meslek hastalıklarımız mı yok? Tabii ki var yani maden işçilerimiz var. Bizim Silikozis hastalarımız var ama gerçeklikte meslek hastalıklarımız yok görünüyor çünkü kayıt altına alınmıyor. Salgın da öyle bir şey, Heybeliada Sanatoryumu, o dönemde direkt pandemiye yönelik inşa edilmiş bir yer. Mesela, ben Tıp fakültesinde öğrenmediğim çoğu şeyi bu hastaneyi araştırınca öğrendim. Kurulmadan bir sene boyunca her gün, orası ne kadar güneş alıyor, nem oranı nedir, rüzgarı nasıldır diye inceleniyor, notlar alınıyor ve bir sene sonra inşa ediliyor yani bu kadar akıllıca kurulmuş. Bu yüzyılda kurulmuş olsaydı herhalde yanında güneş panelleri falan da yaparlar ve böylece kendi enerjisini üretebilirdi.
D.T.: Sosin, çok önemli bir şey söyledin. Bugün, o günkü bilime verilen değer ve araştırma ile yeniden düşünülse ve yapılsa ne olurdu?
S.F.: Kesinlikle.
D.T.: Orası aynı zamanda bir kültürel miras binası. Bugünün o korkunç binalarına bakınca - mesela Galata Port ya da Rixos - sanki varlığımızı, hafızamızı silecek, yok edecek; çok çirkin, iklimle, coğrafyayla hiçbir bağ kurmayan binalar yapılıyor. Üstelik bunları da çok anlı şanlı mimarlar yapıyorlar, bilmiyorum, hiç mi utanmıyorlar?
S.F.: Kutsal olan hayat olmayınca maalesef bu ucubeler ortaya çıkıyor. Onlar için kutsal olan muhtemelen para ve paraya odaklı çalışılınca böyle oluyor. Oysa ki Heybeliada Sanatoryumu’nda da gördüğümüz gibi kutsal olan ‘hayat’tır.
D.T.: Muhteşem bir yapı değil mi?
S.F.: Kesinlikle. Sağlığın tanımına bence uyabilen tek yer Heybeliada Sanatoryumu. Sağlık nedir? Sadece bedensel iyilik hali değil; ruhsal iyilik hali ve sosyal iyilik hali. Öyle bir hastane inşa edilmiş ki orada güneşi alabiliyorsunuz. Antibiyotiklerin yetersiz olduğu bir çağdasınız, antibiyotik yok ve yeterince beslenemiyorsunuz ama burada, hastanenin hemen yanına çobanlar getirilmiş, koyunlar getirilmiş yani kendi gıdasını üretebilen bir yer.
Hastanede yatan hastalar genç, tekrar hayata döndükleri zaman iş bulmaları gerekecek ama bedensel olarak zayıflamış olacaklar. ‘Biz bu insanları nasıl kazanırız diye düşünmüşler’ ve örneğin onlar için okuma yazma kursları açılmış; meslek sahibi olsun, üretim yapsınlar diye tıpkı köy enstitüleri gibi atölyeler kurulmuş.
Bir yandan Siyami Ersek gibi hocalar yetiştirmiş, öte yandan insanlar sadece hasta olarak değil bir birey olarak görülmüş çünkü kâr amaçlı değil, hizmet amaçlı kurulmuş. Kamusal sağlık hizmeti verilmiş ve tamamen insan odaklı bir yer olmuş. Doğayla iç içe, sadece bedene değil; ruha hitap eden hayat odaklı bir yer.
D.T.: Dinleyicilerimize Heybeliada Sanatryumu ile ilgili çok kısa bir bilgi verelim; Sanatoryum, Dr. Server Kamil tarafından 15 Ağustos1924'te sadece 16 yatakla kuruluyor. 1925'te Dr. Tevfik İsmail Gökçe başhekimliğe tayin oluyor ve tam 30 yıl bu görevde kalıyor. Kendisi Heybeliada'da yaşıyor ve Heybeliada’nın ekosistemine ait çok önemli kayıtlar tutuyor. Külliyatlı bilgilerin olduğu muazzam bir kitap hazırlıyor. Fatih Artvinli'nin ve Tuna Pektaş’ın da çok desteği var - isimlerini şu anda unuttuğum kişiler için özür dilerim. Hava kalitesinin, ısının, nemin düşüklüğünün, rüzgarın - orada bir nefes koridoru var belli ki - güneşin, denizin, iyonun ve denizden yansıyan iyonizasyonun kaydını tutuyorlar. Eşsiz bir iklim yani Davos ortalamalarından daha iyi değerler olduğunu gösteriyor bu kayıtlar bize. Hastane, 1947'de 510 yatak kapasitesine ulaşıyor ve kısa süre sonra da yatak sayısı 640’a çıkıyor. O zamana kadar devletin sağlık sektöründe vatandaşı koruyucu politikaları varken, 80'lerde sağlık politikalarına bir şeyler oluyor. Liberal ve neoliberal politikalar sonucu bugün yaşadığımız bu korkunç çocuk ölümlerinden para kazanılan politikalara dönecek kadar işlevini, ahlakını kaybetmiş bir hale geliyor sağlık.
Heybeliada Sanatoryumu, iktisadi ve ekonomik olarak devlete yük olduğu için mi kapandı, tam olarak bilmiyorum ama bildiğim, kapanmadan bir sene önce de çok ciddi paralar harcanarak yeni binalar yapıldı ve 30 Eylül 2005'de ansızın tamamen kapatıldı ve Süreyya Paşa Eğitim Hastanesi'ne devredildi. Kapatıldığında 250 personeli vardı. 2009'daki şaibeli yangın ile de kuruluşundan itibaren titizlikle tutuklan birçok envanter ve kayıt yandı.
Cumhurbaşkanı İsmet İnönü de kalmıştı orada ve son derece sıradan, hiç geliri olmayan vatandaş da kalmıştı. Öyle bir eşitlikçi sağlık politikası uygulanmış.
S.F.: Çünkü öncelik insan, tüm etiketlerden arındırarak yalnızca insana hizmet veren bir yer. Bizim bugün aradığımız o etik ve de ontolojik yaklaşım esas tutulduğu kaliteli bir sağlık sistemi, sağlık hizmeti veriliyor orada. Dileğimiz, yeniden o kaliteli sağlık hizmetine ulaşabilmek.
Biz sağlıkta ticarileşmeye karşıyız - her zaman bir slogan olarak bunu söylüyorduk. Maalesef sizin de söylediğiniz, o bebek ölümleri ile bu ticarileşmenin sonuçlarını gördük, iliklerimize kadar cinayetleri yaşıyoruz ve tüylerimiz diken diken oluyor. Bir kez daha altını çizmek istiyorum; sağlıkta ticaret ölüm demektir.
D.T.: Tekrar belgesele gelelim istersen. Çok kişinin emeği var ve Tabip Odası’nın kıymetli çalışanları tarafından çok sınırlı bütçe ile yapılmış bu belgesel. İnsanlar bu belgeseli nasıl izleyebilir ve bundan sonra nerelerde gösterim olacak?
Bir de şunu sormak istiyorum - demin cümlemi kurmuş ama tamamlayamamıştım, şimdi aklıma geldi; daha önce bütün bu farklı disiplinlerden yani sağlık, ekoloji, mimarlık tarihçisi gibi çok kıymetli insanların dahil olduğu çok geniş kapsamlı bir çalıştay yapılmasını konuşmuştuk, buna da hala sıcak bakılıyor mu merak ediyorum?
S.F.: Kesinlikle çünkü gereklilik var yani insanlar kaliteli bir sağlık hizmetine ulaşamadıkları zaman bunun kayıplarını yaşıyorlar maalesef. Heybeliada Sanatoryumu, öncelikle Adalar için çok önemli çünkü buranın bir hastanesi yok yani İstanbul'un tek ilçe hastanesi olmayan yeri Adalar. Herhangi bir afet planı da yok Adalar’ın yani bir deprem durumunda bir başına kalacağı da ifade ediliyor. Adalar’ın nüfusu 16 bin gibi görünse de yazlık nüfusu 200 binlere varabiliyor.
D.T.: Bir tane ameliyathane yok değil mi?
S.F.: Hiçbir şey yok. Bir tek kara ambulansı var ve bir de sağlık ocağı var.
D.T.: Bir hastane var ama o bir ambalaj gibi - içini açınca boş çıkıyor.
S.F.: Ek bina! Orada da bir şeyler yapılmıyor, genelde sevk ediliyor. Poliklinik hizmeti veriliyor ama ve bir de acil var.
D.T.: Pardon, acil derken, örneğin acil bir hasta geldi, ameliyat var mı?
S.F.: Yok, ameliyathanesi yok diye biliyorum. Orada çalışmadım ama öyle biliyorum, yanlış bilgi vermeyeyim.
Şimdi ben mesela depremde Adıyaman'a gitmiştim. Oradan döndükten sonra buradaki sağlık hizmetinin eksikliğini nasıl dile getirebiliriz diye sevgili Cigerwin'le konuşmuştuk. Belgesel fikri de böyle doğdu. Bu işin içerisindeki insanlar, eksikliği nasıl vurgulayabilirler düşüncesiyle onlara mikrofonu uzatmayı düşündük. Heybeliada Sanatoryumu hafızasına sahip insanlar bunu nasıl dile getirebilir? Orada yaşayanlar, o dönem oradan hizmet almış insanlar neleri anlatıyor ve neyi talep ediyorlar? Belgesel, bunları bir araya getirip konuşturmakta çok etkili oldu.
Deprem bölgesinde karasal ulaşımın tamamen yıkılmış olduğunu gördüm. Hatay’a, Adıyaman'a bir süre ulaşılamadı. İstanbul'da da büyük bir ihtimal böyle olacaktır. Ama akılcı bir yaklaşım ve akılcı bir afet planı olursa şanssızlık şansa dönebilir. Sanatoryum, meslek odalarının özellikle Türk Tabipleri Birliği, İstanbul Tabip Odası'nın katkıları ve yönlendirmesiyle ve projeyi yürütücü pozisyonda olmasıyla tekrar sağlık hizmeti verebilecek bir yere nasıl dönüştürülebilir? Böylece deprem anında veya pandemilerde karasaldan değil de deniz yoluyla ve hava yoluyla Heybeliada’ya ulaşım sağlanabilir. Yanında büyük bir şans olarak Deniz Harp Okulu var. Orada en az 400 asker bulunuyor. Kriz anında yani yaralıları karşılamada ya da nakletmede bunlar devreye girebilir. Gemiler yanaşıp oradan deniz yoluyla örneğin İzmir'e o yaralılar aktarılabilir. Hava yolunu organize edebilirler, helikopterler inebilir, o güvenliği sağlayabilir askerler.
Aynı zamanda mesela İstanbul'da açık toplanma alanları yok, Adalar’da öyle bir sıkıntı olmayacak. Yeterli ekipman gönderilirse orada bir sahra hastanesi de kurulabilir. Kartal'dan, Bostancı'dan, Kadıköy'den yaralılar tam tersine Adalar’a, oradan da diğer illere aktarılabilir. Böyle bir plan yapılarak. Şanssızlığı yani Adalar’ın şanssızlığını Sanatoryum ile şansa çevirebiliriz. 100 yıl önce kurulan bir yapı tekrar bu yüzyılı da kurtaracak bir yapıya dönebilir.
D.T.: Bu arada, Akillas Milas'ın Heybeliada Halki Dimonisos adlı kitabında da çok değerli bilgiler var; Çam Limanı hilal şeklinde, dünyanın en güzel koylarından biri hakikaten. Bu güzel koya Büyüleyici Tepecik ismini vermişler o zaman. Burada gazinoları, eğlence mekanları, kahveler falan varmış. Çok güzel fotoğrafları da var. Onları sosyal medyadan hesaplarımızdan paylaşacağız. O dönemde yani 1800'lerin sonlarında dahi bazı çekişmeler olmuş. 1875 senesinde, o manzaranın güzelliğini tamamen bozacak vapur ve yelken ticaret gemilerinin onarımı için bir dok yapılmak istenmiş. Bunun için araya İtalyan tüccarlar giriyor. Tabii o zaman burası Patrikhane’ye ait. Patrikhane de mücadele ediyor, Rum gazeteciler de protesto ediyor. Sonuçta Çam Limanı'ndaki bu liman yapımından vazgeçiliyor. Demek istediğim, o zaman da bu rant işleri devredeymiş. Kamusal alanların herkese açık olması çok önemli. Biliyorsun, şimdi de Heybeliada Sanatoryum alanı, Çam Limanı, Diyanet’e verilmek isteniyor. Bununla ilgili davalar açıldı ve bu süreç hala tamamlanmadı, riskli hal devam ediyor. Onun için buranın korunmaya ihtiyacı var.
Programın sonuna geldik, son sözlerin bizim için çok kıymetli olacak.
S.F.: Heybeliada Sanatoryumu’nun tekrardan kazanılması için herkesin desteğine ihtiyacımız var. Sağlık hayat demektir, bir gün sizin de ihtiyacınız olabilir. Bu nedenle destek vermeniz için sizi de aramızda görmek istiyoruz.
D.T.: Çok teşekkür ederiz. Dr. Sosin Fisli konuğumuzdu. Şu anda Burgazada’da aile hekimi olarak çalışıyor, Heybeliada Sanatoryumu için büyük çabaları var.
Biz veda ederken, İlyas Tandalis'in bir şiiriyle veda etmek istiyoruz ve Develer grubundan da Sanatoryum şarkısını, daha doğrusu müziğini çalmasını Andrei'den rica ediyoruz.